Geçtiğimiz günlerde Ziraat Türkiye Kupası’nda yaşanan zafer, bunun en açık göstergesidir. Kendi evinde Süper Lig ekibi Kasımpaşa’yı inanılmaz bir mücadele sonucunda 3-1’lik net bir skorla mağlup eden bölge temsilcimiz Kahta 02 Spor’u yürekten kutluyorum. Bu galibiyet, yalnızca bir maçın sonucu değildir; inancın, emeğin ve sahaya yüreğini koyan bir takımın destanıdır. Bu başarı, “biz yaparız” diyen bir ilçenin toplu haykırışıdır.
Kahta 02 Spor’un başarısını anlamak için tribünle takım arasındaki görünmez bağı görmek gerekir. Bu bağ, haftanın herhangi bir gününde esnaf dükkanında, okul bahçesinde, çay ocağı sohbetlerinde kendini belli eder. Bir galibiyette tüm ilçe sevinci ortak yaşar; bir mağlubiyette ise “yanındayız” duygusu çekilmeden ayakta durur. Çünkü Kahta’da futbol, destekle değil; sadakatle yaşanır.
Bu takım sahaya sadece üç puan için çıkmaz. Kahta’nın adını, onurunu ve on yıllardır süren bir spor kültürünü temsil etmek için çıkar. Gençleri peşinden sürükleyen de budur. Mahallesindeki toprakta top oynayan her çocuk, bir gün Kahta 02 formasını giyme hayali kurar. Bu hayal, yalnızca spor değil; irade, disiplin ve topluluk bilinci kazandırır.
Kasımpaşa karşısında alınan tarihi galibiyet, bize şunu bir kez daha hatırlattı. Kahta 02 Spor taraftarıyla büyüktür. Liglerle değil, yürekle yarışır. Ve sahada oynanan futbol, sadece topun değil, karakterin mücadelesidir.
Bugün Kahta 02 Spor’un yükselen sesi, bir spor kulübünden öte bir kimliğin ilanıdır. Bu ses büyüyor, yayılıyor ve her geçen gün daha gür yankılanıyor. Yeter ki biz sahip çıkmaya devam edelim.
Tribünde, sokakta, kalbimizde. Çünkü Kahta 02 Spor, Kahta’nın kalbidir. Ve bu kalp atmaya devam ettiği sürece umut da sevinç de gurur da var olacaktır.
Spor, çocuğun dünyasını güzelleştirir. Günümüzün en büyük sorunlarından biri, çocukların erken yaşta ekran bağımlılığıyla tanışmasıdır. Evlerimizde, sokaklarımızda, okul bahçelerinde artık top koşturan, ip atlayan, yakar top oynayan çocukların yerine; elinde telefonla sessizce bir köşede oturan çocuklar görüyoruz. Oysa çocuk, hareket ettikçe büyür; koştukça kendini keşfeder; terledikçe özgürleşir.
Spor, sadece bedenin değil, ruhun da gelişim kaynağıdır. Bir çocuğun basket topunu ilk kez potaya attığında hissettiği sevinç, bir yarışı tamamladığında kazandığı özgüven, takım arkadaşlarıyla kurduğu dayanışma; hiçbir ekranın, hiçbir dijital oyunun sağlayamayacağı kazanımlardır. Spor, çocuğa sadece kas gücü vermez; sabrı, mücadeleyi, kaybetmenin de insanı büyüttüğünü öğretir.
Çocuklarımızı telefondan uzak tutmak için tek yapmamız gereken, onlara “yasak” koymak değildir. Asıl görev, onlara alternatif bir hayat alanı sunmaktır. Birlikte parka gitmek, hafta sonu kısa bir yürüyüş yapmak, halı sahada ailecek bir maç organize etmek bile çocuk için unutulmaz bir motivasyon olur. Çünkü çocuk, gördüğünü model alır. Biz hareketsiz bir hayat sürüyorsak, ondan koşmasını bekleyemeyiz.
Her çocuğun profesyonel sporcu olması gerekmez; ama her çocuğun sporla tanışması gerekir. Çünkü spor, gelecekte sağlıklı bir beden, güçlü bir karakter ve dengeli bir ruh demektir. Bugün bir adım atalım. Çocuğumuzun elinden telefonu alalım değil; onu elinden tutup sahaya, parka, yürüyüş yoluna götürelim. Ona birlikte hareket etmenin ne kadar keyifli olduğunu gösterelim.