Mehmet Metiner
Köşe Yazarı
Mehmet Metiner
 

Hata benim, günah benim, suç benim…

Türkülerimiz ne anlamlıdır, ne içlidir.   Türkülerimizin yüreği vardır, ruhu vardır.   Türkülerimizle bize taşınan sözler o yüzden yüreğimize değer hemen, ruhumuza işler.   Türkülerin taşıdığı sevinç de, hüzün de sahicidir.   Çünkü onlar yürekten damıtılarak aktarılır.   Ya yaşanılarak yazılmıştır, ya da en derinden hissedilerek..   Görünmez bir yolla o yüzden anında size ulaşır.   Gönlünüz başkalaşır birden dinlerken.   Sevinci de yüreğinizin en derinlerinde hissedersiniz, hüznü de.   Sizi bilmem ama ben hüznü çok severim.   Hüzün anlamlı bir biçimde çoğaltır beni her seferinde.   Gözlerimi içine döndürür.   Yüreğimi ve ruhumu yeniden şekillendirir.   İçime dalar giderim o anda.   Müthiş bir yolculuk başlar.   O anda bulunduğum ortamdan koparım ruhen.   Yüreğimin koridorlarında dolaşırım.   Kendimle yüzleşirim.   Kendimle hesaplaşırım.   Nedendir bilmem bana yapılan yanlışlıkların müsebbibi olarak kendimi görürüm o anda.   Suçu kendimde ararım.   Günahı da…   Seçmesini bilmeyen benim çünkü.   Farketmeyecek kadar kör olan da…   Kime kadir kıymet vereceğini bilmeyenin şikâyete hakkı olabilir mi?   ***   Neşet Ertaş’ı dinlerken dünyanın ne kadar yalan olduğunu, yalandan yüzünüze gülen ne çok insan olduğunu düşünür durursunuz birden.   Musa Eroğlu’nun o yürekten yanık sesiyle söylediği “Bu dünyanın direği yok. Merhameti yüreği yok. Kılavuzun gereği yok. Yolun sonu görünüyor” türkü yâdınıza gelir apansızın.   Azrail’in ne ağa ne efendi vakti gelen herkesi ayrımsız kollarına alan hali gelir gözlerinizin önüne. “Sayılı günler tükendi” sözleriyle irkilir kendinize gelirsiniz bir an için. Çünkü yolun sonu size hatırlatılmaktadır. Ölümsüz olmadığınız…   Tam suçlamayı aklınızın ucundan geçirirken Neşet usta imdadınıza yetişir yine o yüreğinizin en derinliğine işleyen sesiyle: “Hata benim, günah benim, suç benim”.   Birden kendinize yönelirsiniz tekrar.   Ruhunuzda bir sızı başlar derinden derine.   Ender Balkır’ın o içli sesiyle ruhunuzun en ücra köşesine taşıdığı söz gelir bağdaş kurar dilinizin ucuna: “Bedenimde değil, ruhumda sızı.”   İşte o an ruhunuzun sızısı en anlamlı haliyle ete kemiğe bürünür.   Keşke beni de dersiniz birden: “Hallac-ı Mansur gibi çekseler dara.”   Balkır’ın o anlamlı türküsüne ruhen eşlik ederken, darağacında sallandırılan Hallac-ı Mansur’a dönüşürsünüz birden.   ****   “Keşke” lafı üzerinde düşünürsünüz apansızın.   Keşke niye var?   İnsan niye keşke deyip durur?   Keşke, bazen hüznü ifade eder.   Çoğu kez de pişmanlığı…   Bazen de temenniyi dile getirir.   Dara çekilmek, hayatın sonu demek elbet.   İnsan ölümü niye temenni eder ki?   Hallac-ı Mansur’un akıbeti, temenni edilecek bir şey midir?   Yaşanmadan bilinmez elbet.   Olanlar, göz önünde olup bitenler bazen ölümden bin beter hale gelir.   Gördükleriniz ve duyduklarınız nefesinizi keser.   Ruhunuzda derin yarıklar açar.   O yarıklardan saçılan sızılar sizi adeta boğar.   Daha fazlasına tanık olmamak için dara çekilmeyi işte o anda temenni edersiniz, kim bilir.   Bedeninize hükmedenler dilinize, yüreğinize ve ruhunuza hükmetmek istediğinde, belki de başka seçeneğiniz kalmaz.   İşte o zaman keşke dersiniz.   Diliniz susmaz, yüreğiniz konuşmaya başlar ve ruhunuz cesurca öne atılır.   Darağaçlarında sallanacak bedeniniz veya gövdenizden koparılacak başınız umurunuzda bile olmaz.   Söz, söylenmiştir gayrı.   Başınız gitse bile o söz ölmez artık.   Kendisiyle birlikte sahibini de ölümsüzleştirir.   Sizden sonra gelenlerden kimileri o yüzden gıptayla bakar size.   Keşke der durur o dem geldiğinde:   “Keşke Hallac-ı Mansur gibi çekseler dara.”   Dost görünenler veya dost kılıklılar gelir gözlerinizin önüne.   Darağacına giderken Hallac-ı Mansur’a gül atanlardır onlar.   Hayıflanırsınız birden.   Ruhunuzun en derinlerinde bir sızı hissedersiniz ansızın.   Çünkü sahne aynıdır.   Kişi adları farklıdır sadece.   Zamanın geçmesiyle hakikat değişmemiştir.   Tam suçlama duygusuna yenik düşmek üzereyken birden rahmetli Neşet ustanın o içli sesi kulağınıza üşüşür:   “Hata benim, günah benim, suç benim.”   İncinmişlik, yürek sancısı ve ruh sızısı hep bir araya gelir bu sözle.   Bu sözler ne anlamlı ne naif ne yaman bir aynadır oysa!   Kendinizi suçladığınızda aslında birilerine de ayna tutmuş olursunuz.   Anlayan için her şey aşikârdır.   Anlamayana da ne dersen nafile!   O yüzden hatanın da, günahın da, suçun da kendinizde olduğunu söylediğinizde anlayan için en anlamlı dersi de vermiş oluyorsunuz.   ***   Keşkesiz bir hayat olmaz.   Keşkesiz hayat, bir tek ötede olur.   Keşke dediğiniz anda başka hangi keşkenin yakanıza yapıştığının ayırdına bile varmazsınız.   İnsanların içini yarıp bakamazsınız ki keşkesiz insan-insan ilişkileriniz olsun, keşkesiz bir hayatınız olsun!   ***   Ruhu olmayanın sızısı olmaz.   Yüreği olmayan ne Tahir olabilir ne de Zühre.   Hayata sadece bedenleriyle tutunanlar ne bilir ruhun asaletini, ne bilir yürekten sevmenin değerini, ne bilir Tahir’le Zühre’nin saf sevgisini!   Nazım Hikmet’in karşılıksız saf sevgiyi anlatan şu dizeleri karşısında sevgiyle eğilirsiniz:   “yani sen elmayı seviyorsun diye   elmanın da seni sevmesi şart mı?   yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık   yahut hiç sevmeseydi   Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden.”   ***   Türkülerimizi sadece bedenden ibaret olanlar sevmezler.   Yalnızca bedeni padişah kılanlar yüreklerine hüznü ve ruhlarına sızıyı davet eden o türkülerimizden nefret ederler.   Bizim için türkülerimiz, bizatihi kendimiz demek.   Kendimizi unuttuğumuz an bize kendimizi hatırlatan, yürekten saf sevgiyi ve ruhun asaletini bize taşıyan o türkülerimiz iyi ki var.   İyi ki bize kendimizi düşündüren o türkülerimiz var bizim.   Türkülerimiz, kültürümüzün taşıyıcı ana damarlarıdır.   İçimizdeki insanı yaşatan, bizi değerlerimiz üzerinden yeniden göğerten, bize “Yolun sonu görünüyor” diyerek ihtarda bulunan o türkülerimiz iyi ki var.   Yoksa hatayı, günahı ve suçu hep başkasında arayan kıyıcılara dönüşürdük.   ***   Sizi bilmem ama benim ruhumdaki sızılara türkülerimiz çok iyi geliyor.   Yüreğime taşınan o hüzün kendimi yeniden anlamlandırmaya çok yarıyor.   Ağlamaktan korkmayın sakın.   Ağladığınızı göstermekten de…   Ağlamak, yüreği ve ruhu olan insanlara mahsustur.   Ağlamayan yürekten korkunuz asıl.   Gözyaşı arındırır bilesiniz.   Ruhunda sızı hissetmeyenlerden uzaklaşınız asıl.   Çünkü ruhu olmayanın adamlığı olmaz.   Türkülerimize kulak veriniz asıl.   Anadolu irfanını ve kültürünü taşıyan o yüreği ve ruhu olan türkülerimize kulak veriniz ki içinizdeki insanı göğertebilesiniz.   Pazar akşamı seyir halindeyken aracımda dinlediğim Neşet Ertaş, Musa Eroğlu ve Ender Balkır’ın türküleri yüreğime ve ruhuma yeniden tutunmamı sağladı.   O yüzden gönül hoşluğuyla, kimseyi suçlamadan ama hepimize ârifâne ayna tutan o sözlerle noktalıyorum yazımı:   “Hata benim, günah benim, suç benim.”
Ekleme Tarihi: 15 Ağustos 2023 - Salı

Hata benim, günah benim, suç benim…

Türkülerimiz ne anlamlıdır, ne içlidir.

 

Türkülerimizin yüreği vardır, ruhu vardır.

 

Türkülerimizle bize taşınan sözler o yüzden yüreğimize değer hemen, ruhumuza işler.

 

Türkülerin taşıdığı sevinç de, hüzün de sahicidir.

 

Çünkü onlar yürekten damıtılarak aktarılır.

 

Ya yaşanılarak yazılmıştır, ya da en derinden hissedilerek..

 

Görünmez bir yolla o yüzden anında size ulaşır.

 

Gönlünüz başkalaşır birden dinlerken.

 

Sevinci de yüreğinizin en derinlerinde hissedersiniz, hüznü de.

 

Sizi bilmem ama ben hüznü çok severim.

 

Hüzün anlamlı bir biçimde çoğaltır beni her seferinde.

 

Gözlerimi içine döndürür.

 

Yüreğimi ve ruhumu yeniden şekillendirir.

 

İçime dalar giderim o anda.

 

Müthiş bir yolculuk başlar.

 

O anda bulunduğum ortamdan koparım ruhen.

 

Yüreğimin koridorlarında dolaşırım.

 

Kendimle yüzleşirim.

 

Kendimle hesaplaşırım.

 

Nedendir bilmem bana yapılan yanlışlıkların müsebbibi olarak kendimi görürüm o anda.

 

Suçu kendimde ararım.

 

Günahı da…

 

Seçmesini bilmeyen benim çünkü.

 

Farketmeyecek kadar kör olan da…

 

Kime kadir kıymet vereceğini bilmeyenin şikâyete hakkı olabilir mi?

 

***

 

Neşet Ertaş’ı dinlerken dünyanın ne kadar yalan olduğunu, yalandan yüzünüze gülen ne çok insan olduğunu düşünür durursunuz birden.

 

Musa Eroğlu’nun o yürekten yanık sesiyle söylediği “Bu dünyanın direği yok. Merhameti yüreği yok. Kılavuzun gereği yok. Yolun sonu görünüyor” türkü yâdınıza gelir apansızın.

 

Azrail’in ne ağa ne efendi vakti gelen herkesi ayrımsız kollarına alan hali gelir gözlerinizin önüne. “Sayılı günler tükendi” sözleriyle irkilir kendinize gelirsiniz bir an için. Çünkü yolun sonu size hatırlatılmaktadır. Ölümsüz olmadığınız…

 

Tam suçlamayı aklınızın ucundan geçirirken Neşet usta imdadınıza yetişir yine o yüreğinizin en derinliğine işleyen sesiyle: “Hata benim, günah benim, suç benim”.

 

Birden kendinize yönelirsiniz tekrar.

 

Ruhunuzda bir sızı başlar derinden derine.

 

Ender Balkır’ın o içli sesiyle ruhunuzun en ücra köşesine taşıdığı söz gelir bağdaş kurar dilinizin ucuna: “Bedenimde değil, ruhumda sızı.”

 

İşte o an ruhunuzun sızısı en anlamlı haliyle ete kemiğe bürünür.

 

Keşke beni de dersiniz birden: “Hallac-ı Mansur gibi çekseler dara.”

 

Balkır’ın o anlamlı türküsüne ruhen eşlik ederken, darağacında sallandırılan Hallac-ı Mansur’a dönüşürsünüz birden.

 

****

 

“Keşke” lafı üzerinde düşünürsünüz apansızın.

 

Keşke niye var?

 

İnsan niye keşke deyip durur?

 

Keşke, bazen hüznü ifade eder.

 

Çoğu kez de pişmanlığı…

 

Bazen de temenniyi dile getirir.

 

Dara çekilmek, hayatın sonu demek elbet.

 

İnsan ölümü niye temenni eder ki?

 

Hallac-ı Mansur’un akıbeti, temenni edilecek bir şey midir?

 

Yaşanmadan bilinmez elbet.

 

Olanlar, göz önünde olup bitenler bazen ölümden bin beter hale gelir.

 

Gördükleriniz ve duyduklarınız nefesinizi keser.

 

Ruhunuzda derin yarıklar açar.

 

O yarıklardan saçılan sızılar sizi adeta boğar.

 

Daha fazlasına tanık olmamak için dara çekilmeyi işte o anda temenni edersiniz, kim bilir.

 

Bedeninize hükmedenler dilinize, yüreğinize ve ruhunuza hükmetmek istediğinde, belki de başka seçeneğiniz kalmaz.

 

İşte o zaman keşke dersiniz.

 

Diliniz susmaz, yüreğiniz konuşmaya başlar ve ruhunuz cesurca öne atılır.

 

Darağaçlarında sallanacak bedeniniz veya gövdenizden koparılacak başınız umurunuzda bile olmaz.

 

Söz, söylenmiştir gayrı.

 

Başınız gitse bile o söz ölmez artık.

 

Kendisiyle birlikte sahibini de ölümsüzleştirir.

 

Sizden sonra gelenlerden kimileri o yüzden gıptayla bakar size.

 

Keşke der durur o dem geldiğinde:

 

“Keşke Hallac-ı Mansur gibi çekseler dara.”

 

Dost görünenler veya dost kılıklılar gelir gözlerinizin önüne.

 

Darağacına giderken Hallac-ı Mansur’a gül atanlardır onlar.

 

Hayıflanırsınız birden.

 

Ruhunuzun en derinlerinde bir sızı hissedersiniz ansızın.

 

Çünkü sahne aynıdır.

 

Kişi adları farklıdır sadece.

 

Zamanın geçmesiyle hakikat değişmemiştir.

 

Tam suçlama duygusuna yenik düşmek üzereyken birden rahmetli Neşet ustanın o içli sesi kulağınıza üşüşür:

 

“Hata benim, günah benim, suç benim.”

 

İncinmişlik, yürek sancısı ve ruh sızısı hep bir araya gelir bu sözle.

 

Bu sözler ne anlamlı ne naif ne yaman bir aynadır oysa!

 

Kendinizi suçladığınızda aslında birilerine de ayna tutmuş olursunuz.

 

Anlayan için her şey aşikârdır.

 

Anlamayana da ne dersen nafile!

 

O yüzden hatanın da, günahın da, suçun da kendinizde olduğunu söylediğinizde anlayan için en anlamlı dersi de vermiş oluyorsunuz.

 

***

 

Keşkesiz bir hayat olmaz.

 

Keşkesiz hayat, bir tek ötede olur.

 

Keşke dediğiniz anda başka hangi keşkenin yakanıza yapıştığının ayırdına bile varmazsınız.

 

İnsanların içini yarıp bakamazsınız ki keşkesiz insan-insan ilişkileriniz olsun, keşkesiz bir hayatınız olsun!

 

***

 

Ruhu olmayanın sızısı olmaz.

 

Yüreği olmayan ne Tahir olabilir ne de Zühre.

 

Hayata sadece bedenleriyle tutunanlar ne bilir ruhun asaletini, ne bilir yürekten sevmenin değerini, ne bilir Tahir’le Zühre’nin saf sevgisini!

 

Nazım Hikmet’in karşılıksız saf sevgiyi anlatan şu dizeleri karşısında sevgiyle eğilirsiniz:

 

“yani sen elmayı seviyorsun diye

 

elmanın da seni sevmesi şart mı?

 

yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık

 

yahut hiç sevmeseydi

 

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden.”

 

***

 

Türkülerimizi sadece bedenden ibaret olanlar sevmezler.

 

Yalnızca bedeni padişah kılanlar yüreklerine hüznü ve ruhlarına sızıyı davet eden o türkülerimizden nefret ederler.

 

Bizim için türkülerimiz, bizatihi kendimiz demek.

 

Kendimizi unuttuğumuz an bize kendimizi hatırlatan, yürekten saf sevgiyi ve ruhun asaletini bize taşıyan o türkülerimiz iyi ki var.

 

İyi ki bize kendimizi düşündüren o türkülerimiz var bizim.

 

Türkülerimiz, kültürümüzün taşıyıcı ana damarlarıdır.

 

İçimizdeki insanı yaşatan, bizi değerlerimiz üzerinden yeniden göğerten, bize “Yolun sonu görünüyor” diyerek ihtarda bulunan o türkülerimiz iyi ki var.

 

Yoksa hatayı, günahı ve suçu hep başkasında arayan kıyıcılara dönüşürdük.

 

***

 

Sizi bilmem ama benim ruhumdaki sızılara türkülerimiz çok iyi geliyor.

 

Yüreğime taşınan o hüzün kendimi yeniden anlamlandırmaya çok yarıyor.

 

Ağlamaktan korkmayın sakın.

 

Ağladığınızı göstermekten de…

 

Ağlamak, yüreği ve ruhu olan insanlara mahsustur.

 

Ağlamayan yürekten korkunuz asıl.

 

Gözyaşı arındırır bilesiniz.

 

Ruhunda sızı hissetmeyenlerden uzaklaşınız asıl.

 

Çünkü ruhu olmayanın adamlığı olmaz.

 

Türkülerimize kulak veriniz asıl.

 

Anadolu irfanını ve kültürünü taşıyan o yüreği ve ruhu olan türkülerimize kulak veriniz ki içinizdeki insanı göğertebilesiniz.

 

Pazar akşamı seyir halindeyken aracımda dinlediğim Neşet Ertaş, Musa Eroğlu ve Ender Balkır’ın türküleri yüreğime ve ruhuma yeniden tutunmamı sağladı.

 

O yüzden gönül hoşluğuyla, kimseyi suçlamadan ama hepimize ârifâne ayna tutan o sözlerle noktalıyorum yazımı:

 

“Hata benim, günah benim, suç benim.”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gozdetv.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.